5 Şubat 2014 Çarşamba

Çekyat Adamları



Yalnızlığın farklı tanımları yapılagelmiştir. Herkesin kendi yalnızlığına, kendi yalnızlık tanımından yola çıkarak sığındığı da çoktur; ondan usandığı da… Yalnızlık için “kalabalıklar içinde yalnız olmak” gibi içi boş narsistik yaklaşımlar da vardır; herkesten ilgi bekleyip gelmeyince de “yalnız” olduğunu söyleyen de…


Hâlbuki büyük resme baktığımızda eninde sonunda “yalnız” olan insanın, bu hayat denen nesneyi kullanması için iki yol vardır: Ya, tek başına ama yaşamak istediği her şeyin hakkını vererek; ya da bir başkasına eş ve birilerine ebeveyn olup o sürecin hakkını vererek yaşamak… ve asıl olan, ne merde, ne namerde muhtaç olmadan vadeyi doldurmaktır.

Hal böyleyken bilinçli olarak bu seçimi yaptığını düşündüğümüz insanın, eften püften sebeplerden bulunduğu nokta ve unsurlarından (eş, çocuk vs.) şikâyetçi olması, “çok yiyen, çok acıkır” sözünü aklıma getirir hep…

Bu normal ve olağan iki yolun dışında insanlar da vardır ve aslına bakarsanız bu yüzyılın arafta kalmış yalnızlarıdır onlar… Kendi müstakil hayatları olmadığı için hayat onların üzerinde emanet bir elbise gibi durur. Herkes gibi onların da yaşamak istediği bir hayat vardır; fakat hayat şartlarından tutun da, çevresel faktörlere kadar uzun bir sebep listesinin sonucu olarak, hayat onlar için sadece bir “umuttan” ibaret kalır.

Ne müstakil hayat kurabilmişlerdir; ne de ülkemizdeki feodal düzenin, bilhassa erkek bireyin kolaycılığa kaçmasından, kadının da kâh romantik, kâh ihtiraslı hayat görüşünden ötürü her iki tarafa da cazip gösterdiği evlilik yapabilmişlerdir. Ama her iki hayat biçimi için de her zaman sadece “umut” ederler.

İnsan yaşadıklarından ibarettir. Yaşayanın hatıraları, yaşamak isteyenlerinse sadece umutları vardır bu yüzden… Son nefeste “gidiyorum ama yaşadım da gidiyorum” diyenlerden olmak, beklentiden öteye gitmez.

Çoğunluğun “kendine müslüman” olduğu bir dünyada, onları bekleyen son, çoğunlukla hiç de hak etmedikleri sıfatlarla tanımlanıp yitip gitmeleridir. Hayatın hiçbir türlüsünü yaşayamadan…

Ben onlara “çekyat adamları” diyorum. Çünkü ne “kişisel” ne de “özel” hayatları olmadığı için ömürleri çekyatta geçer.

“Yaşamak” istedikleri “bir gün…” ufukta kaybolan gemi bile olsa artık, son nefese kadar bekleyeceklerdir.

Çünkü içlerindeki umuda adadıkları koskoca bir ömür ve ortada hiç kimsenin algılayamayacağı büyüklükte bir emek vardır.

5 Şubat 2014

Kaplıkaya/Bursa

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder